Yüce Allah Kuran ayetlerinde, pek çok insanın dünya hayatına tutkuyla bağlı oldukları ve bu tutkunun onlara ahiret hayatında hiçbir yarar sağlamayacağı bilgisini verir. İnsanın dünya hayatında önemsediği, elde edebilmek uğruna pek çok şeyi göze aldığı değerler, eğer Allah’ın hoşnutluğu hedeflenerek ve yine Allah yolunda kullanılmıyorsa, insana yalnızca kayıp getirecektir. Dünyadaki imtihan ortamının gereği olarak çekici kılınan geçici metaya birçok insan hırsla bağlanır ve bütün ömrünü bunlara sahip olabilmek için harcar. Oysa dünyevi her şey tutkulu birer oyalamadır.
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Ayette de bildirildiği üzere pek çok insan için dünya hayatındaki en büyük hedef mallara, çocuklara sahip olmak ve bunlarla övünmektir. Dünya üzerindeki tüm toplumlar için geçerli olan en önemli tutkunun ise evlat olduğu çok açık gerçektir. Yaşamın amacının evlat edinmek olduğu telkini çocukluk yıllarından itibaren başlar. Çocuk, insanlar arasında hem anlamsız bir rekabet unsuru hem de geleceğe yönelik bir güvence anlamındadır.
Yüce Allah ölümden, kıyamet gününden ve sonsuz ahiret hayatından gaflette olan bu kişilere, dünyada çeşitli olaylar yaratarak, güvende olmadıklarına dair hatırlatmalarda bulunur. İnsanlar yaşanacak o büyük günden önce de, dünya hayatında birçok felaket ve musibetle karşılaşırlar. Bu musibetler Yüce Allah’ın terbiye etme, ıslah etme metodudur. Ve dünya hayatında yaşanan her felaket; depremler, seller, musibetler ve ölüm, hepsi haktır. Çünkü hepsi Hak’tan gelir. Birçok Kuran ayetinde haber verildiği gibi, insan hiçbir azabı kendisinden uzaklaştırmaya güç yetiremez.
O ülkeler halkı, geceleri uyurken, onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Ya da o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar, Allah'ın tuzağından güvende mi idiler? (Araf Suresi, 97-98)
İnsanların birçoğu ise böyle bir günü, yaşanacak korkuyu ve felaketi kendilerinden çok uzak görür, “Şimdi bunlar, kendilerine Allah'ın azabından kapsamlı bir bürümenin gelivermesinden veya onların hiç haberleri yokken kıyametin onlara apansız gelmesinden kendilerini güvende mi buldular?” (Yusuf Suresi,107) ayetindeki gibi kendilerini güvende hissederlerdi.
Ancak ‘o gün’ artık ne malların ne de çocukların bir değeri yoktur. Annelik- babalık duyguları anlamını yitirmiştir. Kişi dünya hayatında en değer verdiği kimseleri; kendi çocuğunu bile kıyamet gününün dehşetli sarsıntısı karşısında unutacaktır. Dünyadayken canını dahi verebileceğini düşündüğü evladını, kurtulabilmek için fidye olarak vermek isteyecektir. Kimse kimsenin durumunu sormayacak, hatta yakınları bu kişilerin aklına dahi gelmeyecektir:
Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün; Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengârenk yün gibi olacak. (Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini, ve onu barındıran aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. (Mearic Suresi, 8-14)
Daha önce benzeri görülmemiş bu beklenmedik olaylar karşısında insanlar ne yapacaklarını şaşırırlar. Korku öylesine ani ve umulmadık bir zamanda, öylesine şiddetli bir şekilde gelmiştir ki, hamile kadınlar bu şok nedeniyle çocuklarını düşürür, bebeği olan kadınlar yaşadıkları panikle emzirdikleri çocuklarını unuturlar.
Kıyamet günü, dünyadayken kendisine yapılan çağrıları dinlemeyen, öğüt almayan, Kur’an’dan yüz çeviren, gerçek dost ve yaratıcısı olan Allah'ı unutanların birbirlerinden kaçıp kurtulmak istedikleri zorlu gündür. O günün dehşeti, “kişi kendi kardeşinden kaçar; annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından” ifadeleriyle bildirildiği gibi öylesine büyüktür ki; kimse yakınıyla ilgilenmez, herkes kendi derdine düşmüştür.
“Allah’ın azâbından (bir tuzak kurmasından), hüsrana uğrayan bir topluluktan başkası güvende/ emin olmaz. (Araf Suresi, 99)
(A’râf sûresi, 99) Allah’ın azâbına karşı anlamsız bir korkusuzluk duygusu taşımanın sonu hüsrâna uğramaktır. Korkulması gereken asıl şey, böyle bir korkusuzluktur. Sarsılmaz ve derin iman ise insan ruhunda olumlu ve insanı kötülüklerden alıkoyup iyilikler yapmaya sevk eden kaygı ve korku meydana getirir. İnsan korku ve ümit arasında yaşamalı. Yani günahlarına bakıp ümitsizliğe kapılmamak gibi salih amellerine güvenip kurtuluşa ereceğini düşünmemek lâzım. Hayat her an sona erebilir; insan her an ölüm melekleriyle karşılaşabilir. Kurtuluşa ulaşmanın yolu ise, her türlü tehlikeden kullarını selamete çıkaran, Kendisine dua eden kullarının isteklerine icabet eden Allah’a itaat etmek, O’na teslim olmak, O’na sığınmaktır…
“Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz.” (Mearic Suresi, 28)
Elif E. Bayraktar